Kültür, tarihsel gelişim süreci içinde toplumların oluşturduğu maddi ve manevi unsurların bir sonraki nesillere aktarılarak devamı sağlanan, insanın yaşadığı çevreye göre uyarladığı hayat tarzını gösteren değerler bütünüdür. Sosyoloji açısından ele alınacak olursa kültür, bir topluma ya da belli bir halkın düşünce ve sanat eserlerinin tümünü ifade eder.
Bütün insanlar doğdukları andan itibaren kendilerini bir kültürün içinde bulmuşlardır. Yaşadıkları toplumun kurallarını, örf ve adetlerini benimseyerek kendilerine yaşam tarzı geliştirirler. Öğrendiklerini çocuklarına ve çevresine aktararak sahip olduğu kültürün devamlılığını sağlar. Bu anlamda kültür, dinamiktir ve her toplum sahip olduğu kültürü geliştirip yenileyerek sonraki kuşaklara aktarır. Bir kültürün doğduğu yere kültür ocağı denir. Kültürü oluşturan maddi ve manevi unsurlar bu ocaktan çıkarak yayılır. Kültürü oluşturan unsurlar arasında dil, din, ahlak, örf ve âdetler, komşu kültürler, dünya görüşü ve hukuk kurallarını sayabiliriz. Bunlar kültürün manevi unsurlarıdır. Coğrafi konum, fiziki yapı, iklim özellikleri, su özellikleri, toprak özellikleri gibi unsurlar ise kültürün maddi unsurlarıdır.
Kültürün temel özelliklerinden biri de önceden bahsettiğimiz gibi devamlılığının olmasıdır. Bunun dışında kültür, toplumsaldır, değişebilir, bütünleştiricidir ve belli kuralları olan bir yapıdır. Dünya kültürlerini inceleyen coğrafi bilim dalına kültürel coğrafya denir. Kültürel coğrafyaya göre farklı kültürlerin varlığının temel sebebi fiziki ortam farklılıklarıdır. Yani farklı iklim bölgelerinde insanların yaşam tarzları ve buna bağlı olarak ortaya çıkardıkları kültürel dokular da değişmektedir.
İslam Medeniyeti
İslamiyet din olarak Hz Muhammed (s.a.v) ile Arabistan Yarımadası’nda doğmuştur. İslam kültürünün merkezi Orta Doğu’dan başlar, batıda Kuzey Afrika’ya, kuzeydoğuda ise Orta Asya’ya kadar uzanır. Genellikle kurak iklim sahasında yayılış gösteren İslam coğrafyasının stratejik öneme sahip üç kıtanın buluşma noktasında yer alması ona diğer kültürlere göre üstünlük sağlar. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre Bugün Arap olmayan milletler içinde en çok Müslümanın bulunduğu ülke Endonezya’dır.( 202.867.000) Bununla beraber Pakistan (174.082.000), Hindistan (160.945.000), Bangladeş (145.312.000) Türkiye (73.619.000), Malezya (16.581.000) müslüman nüfus vardır ancak Çin, Hindistan gibi nüfusu kalabalık olan ülkelerde müslüman nüfus azınlık olarak kalmaktadır.
7. yy başlarında İslam medeniyeti bugünkü Orta Doğu bölgesine kadar hâkimiyetini sağlamıştır. Müslümanların Endülüs Emevi devletini kurmaları ile İslam medeniyeti Güney Avrupa’ya kadar yayılma imkânı bulmuştur. Avrupa kıtasını tamamen ele geçirmek isteyen müslümanlar kuzeye ve Anadolu üzerine doğru seferler düzenlemişler ve İstanbul’u Bizanslıların elinden almayı hedeflemişlerdir.1453 yılında Fatih Sultan Mehmet döneminde İstanbul’un Türklerin eline geçmesiyle Müslümanların Anadolu üzerinde hâkimiyeti kesinlik kazandı. Osmanlı Devleti zamanında İslam medeniyeti Kuzey Afrika, Balkanlar ve Ortadoğu bölgesini de içine alan geniş bir coğrafyada hüküm sürmüştür.
İslam medeniyetine ait birçok kültürel motif dünyanın değişik alanlarında karşımıza çıkar. Bu medeniyetinin simgelerinden olan camiler, şadırvanlar ve çeşmeler Arap Yarımadası dışında Anadolu’da, Balkanlar’da, Kuzey Afrika’da, Orta Asya’da ve Orta Doğu’nun değişik yerlerinde görmekteyiz. Bu eserlere örnek olarak Bosna-Hersek’teki Mostar Köprüsü, Mısır’daki Kavalalı Mehmet Ali Paşa cami verilebilir.
Doğu Medeniyeti
Şark alemi ve onun ortaya çıkardığı kültür, Asya Kıtası’nın güney, doğu ve güneydoğusunda varlığını sürdürmektedir. Kalkınma düzeyinin düşük olduğu bu kültür ve bölgelerinde Japonya ve Çin dışında kişi başına düşen millî gelir payı azdır. Çin ve Hindistan’daki hızlı nüfus artışı tüketimin artmasına ve doğal kaynakların azalmasına neden olmaktadır. Doğu kültüründe sanat, teknoloji, matematik ve tıptaki ilerlemeler batı toplumu ile aynı hızda yaşanmıştır. Venedikli seyyah Marko Polo Çin’de gördüğü kâğıt, pusula, barut ve matbaayı anlattığında Avrupalılar büyük şaşkınlık içinde kalmışlardı.
Doğu medeniyetlerinin ilimleri müslümanlar tarafından yeniden biçimlendirilerek Batı’ya aktarıldı. Böylece Doğu’nun siyasi ve idari yapısından, edebiyata, şehircilikten hukuk kurallarına kadar birçok alanda batılılar tesir altında kalmıştır. Birbirinden farklı üç kültür bulunan doğu medeniyeti Hint, Çin ve Güneydoğu Asya’dır. Doğu kültürünün temel geçim kaynağı tarıma dayanır. Tarımda makineleşme oranı azdır. Tarla açma, taraçalama, hayvan atıklarını gübre olarak kullanma oldukça yaygındır.
İndus, Ganj, Sarı Irmak gibi verimli ovalarda pirinç tarımı yaygın olarak yapılır. Pirincin dışında tahıl tarımı, sebze yetiştiriciliği ve balıkçılıkta yapılan diğer faaliyetler arasındadır. Bu coğrafyada sık sık sel afetinin yaşanması tarım ürünlerinin sular altında kalması hem maddi hem de toplumsal anlamda bazı sıkıntılara yol açar. Bu dönemde kıtlık, açlık ve hastalıklar en çok karşılaşılan problemler arasındadır.
Pasifik (Büyük) Okyanus kıyılarına doğru yaklaştıkça teknolojik anlamda gelişmelerin yaşandığı şehirler kendini gösterir. Tokyo, Hong Kong ve Singapur’u örnek olarak verebiliriz. Konfüçyüs ve Mao’nun öğretileri doğu toplumlarında yaşam öğretileri hâline gelmiştir. Şark kültüründe Hinduizm, Budizm ve İslamiyet dinî yaşantıda önemli bir yere sahiptir. O yüzden Doğu Kültür bölgesinde özellikle Hindistan Yarımadası üzerinde yaşayan topluluklarda çok kültürlülük esastır. Kültür etkileşimlerinde en büyük payı ana dil almaktadır. Dil kültürle yaşar ve kültür de dil ile gelişir. Toplumun sahip olduğu dil, o toplumun genel anlamda kültür seviyesini belirler. Kültür esasında bir yerde bilgi birikimidir. Bilgi birikimini sağlayan kaynak ise dildir. Dil bir toplumun aynasıdır onun kimliğini ortaya koyar. Dilin bozulması kültürün de bozulması demektir.
Afrika Kültürü
Bütün kültürler kendi çapında bir alana yayılır ancak bazı kültürler geniş alana yayılarak etkilerini uzun yıllar sürdürmüşlerdir. Türk kültürü, Çin kültürü, Hint kültürü, Doğu ve Batı medeniyetlerinin kültürleri ile Afrika Kıtası’nda hâkim olan Afrika kültürü örnek olarak verilebilir. Büyük Sahra Çölü’nün güneyinde etkin bir şekilde varlığını sürdüren Afrika kültür bölgesi sahip olduğu coğrafyanın oluşturduğu olumsuzluklar nedeniyle uzun süre yabancı kültürlere kapalı kalmıştır. Kıtanın kuzeyi ve batısında İslam dininin hâkim olması toplumsal yaşayışı değiştirmiştir. Orta ve Güney Afrika’da kabileciliğin esas olması ve büyücülük gibi inançların yaygın olarak benimsenmesi kültürel farklılıkların varlığına delil oluşturur.
Avrupalıların ve Arapların kıtaya olan ilgileri onları kabuğunun dışına çıkarmış ancak bu çıkış beklenilenin tam aksine olumlu bir gelişme değildir. Özellikle Avrupalı çiftlik sahipleri esir ticareti ile aldıkları köleleri çalıştırarak zengin olmuşlar. Afrika kıtası, 1960 yılında on yedi ülke arasında paylaşılarak birbirinden bağımsız devletler olarak bölünmüşlerdir. Henüz demokrasi kültürünün oturmadığı kıtada, kendi kendini yönetemeyen devletler kabilelere ayrılmışlardır. Çoğunlukla kabileler arasında çıkan çatışmalar ya da iç savaşlar kıtanın sosyal ve ekonomik anlamda gelişmesini engeller. Temel geçim kaynakları arasında ilkel metotlarla yaptıkları tarım faaliyetleri yer alır ancak avcılık ve toplayıcılık hâlâ yapılan etkin faaliyetler arasındadır. Tahıl, tatlı patates, pamuk, fıstık, kahve, kakao ve palmiye yağı kıtada yetiştirilen ürünler arasındadır. Sanayileşme ve makineleşmenin az olması kıtada kişi başına düşen millî gelir payını aza indirir. Hayat standartının düşük olduğu Afrika kıtasındaki başlıca sorun açlık, yoksulluk ve salgın hastalıklardır.
Slav Kültür Bölgesi
Slavlar ya da başka adıyla İslavlar Avrupa ve Asya kıtasında özellikle Doğu Avrupa’da yaşamış milletlerdir. Slav-Rus kültürünün ocağı Ukrayna’nın Kiev şehrinde başlamış oradan bugünkü Rusya ile Doğu Avrupa’ya kadar yayılmıştır. Asya’nın kuzeyinde yaşayan Slavlar kendi arasında üç gruba ayrılırlar. Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslardır. Doğu Slavları, Çekler, Slovaklar ve Polonyalılar Batı Slavları ve Sırplar, Slovenler, Hırvatlar, Makedonlar ise Güney Slavlar içinde yer alır.
15.yy’da Slavlar Kuzey Asya’da geniş bir coğrafyaya yayılmak için Rus İmparatorluğu’nu kurmuşlardır. 21.yy’a kadar kapalı bir kültür yapısına sahip olan Slavlar daha sonraki yıllarda kapılarını dış dünyaya açmıştır.1917 yılında gerçekleşen Bolşevik ihtilali ile yıkılan imparatorluk, Sovyet Sosyalist Cumhuriyet Birliği’nin kurulması ile rejim değiştirmiş ve kominist düzene geçmiştir. Bu coğrafyada yaşayan Slavlar ayrı etnik gruplara bölünmüşler.1991 yılında çöken mevcut sistem yerini bugünkü Rusya Federasyonuna bırakmıştır. Rus, Ukrayna ve Beyaz Rusya sınırları içinde kalan Slavların bir kısmı İslam kültürünün içinde kalırken bir kısmı (Letonya, Litvanya, Estonya, Moldova) Avrupa kültür bölgesinde kalmıştır.
Beyaz ırka tabi olan Slavlarda dinî inanış eski dönemde tabiat canlılarına yükledikleri tanrılar vardı fakat daha sonra Ortodoks inancını benimsemişlerdir. Slav ırkının yaşadığı fiziki ortam genellikle ormanlık ve bataklık alan olduğu için temel geçim kaynağı avcılık ve balıkçılıktır. Tarım alanlarının az olması onları bu faaliyetlere zorlamıştır. Buğday, arpa ve darı en çok yetiştirdikleri ürünler arasında yer almaktadır.
Güney Asya’da, Hint Yarımadası’nda varlığını sürdüren Hint kültürünün temeli ilk Çağlara kadar dayanmaktadır. Hint Yarımadası’nda hüküm süren Babürlüler, Delhi sultanları ve Gazneliler bu coğrafyayı gerek siyasi gerekse kültürel anlamda etkilemişler. Bugün Hindistan’da Hinduizm, Hristiyanlık ve Müslümanlığın olması bu kültürün yabancı kültürlerin etkisinde kaldığının açık göstergesidir. Hindistan’da Müslümanların sayısının artmasında burada hâkimiyet süren Türk-Müslüman devletlerinin katkısı büyük olmuştur. Sadece bu devletlerin varlığı değil Orta Asya’dan göçen Türk ailelerin Hindistan Yarımadası’nın kuzeyine yerleşmesi de etkili olmuştur. Türkler Hindistan Yarımadası’na yaptıkları mimari ile de izlerini bırakmışlar. Ünlü Taç Mahal Babür Sultanı Cihangir’in eşi için yaptırdığı dünyanın yedi harikasından birisidir. Mali Mata Gandi’nin dediği gibi ‘’Hindistan bir ana ve onun iki çocuğundan biri Hintliler diğeri Türkler olduğu” düşünülünce Hindistan’daki kültürün İngiliz işgaline kadar Türk-Hint eseri olduğu kabul edilmektedir.
Batı Kültürü
Avrupa kültür bölgesi kapladığı alan bakımından diğer kültür bölgelerine göre en büyük olandır. Orta Çağ’da sadece Avrupa Kıtası’nda yaygın olan bu kültür 15.yy daki coğrafi keşiflerle bulunan Amerika kıtalarına, Kuzey Asya ve Okyanusya’ya (Avustralya) sıçramıştır. Avrupa kültür bölgesi önceleri küçük olmakla beraber dinamik ve karmaşık bir yapıya da sahiptir. Bu bölge yaklaşık 2000 yıldan beri bilimin, teknolojinin ve yeniliklerin geliştiği önemli bir bölgedir. Kurdukları sömürge kolonileri ile geniş bir ticaret ağına sahip olmuşlardır.
15. yy daki coğrafi keşiflerle başta İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda gibi ülkelerin kurdukları sömürge imparatorlukları sayesinde bu kültür bölgesi geniş bir alana yayılmıştır. Amerika kıtasının bulunmasıyla iskân hareketleri başlamış ve yeni kıtaya göçler ile Avrupa kültür bölgesinin sınırları değişmiştir. Avrupalılar bazı tarım ürünlerinin anavatanları dışında yetiştirilmesi ve yaygınlaşmasını sağlamıştır. Örneğin Güney Asya’daki şeker kamışını Karayip Adaları’na, Güneydoğu Asya’daki muz tarımını Güney Amerika kıtasına, Meksika’dan kakaoyu Afrika’ya ve kahveyi Arabistan’dan Güney Amerika kıtasına taşıyarak ekim alanlarının yerini değiştirmişlerdir. Dikkati çeken unsur ise bu ürünler daha sonraki yıllarda götürüldükleri bölgede en önemli ticaret ürünü haline gelmesidir. Batı Medeniyeti bu ürünlerin taşınmasının dışında yeni pazar alanları oluşturarak üretim, tüketim, taşıma ve pazarlamayı elinde tutan bir güç hâline gelmiştir.18.yy gelindiğinde sanayileşme ile büyüyen batılı ülkeler ticaret alanlarını geliştirmişlerdir. 1789 yılında Fransız İhtilali ile tüm dünyaya yayılan özgürlük, eşitlik ve adalet ilkeleri hem Avrupa kültürünü derinden etkilemiştir hem de sosyal ve kültürel anlamda toplumsal ve siyasi yapıda birtakım değişiklikler yaşanmıştır. Monarşi yönetimi yerine demokrasi tercih edilmiştir. Din anlayışında kilisenin baskısından kurtulmuşlar ve edebiyat, resim, müzik gibi sanat dallarında yenilikler yaşanmıştır.
1945 yılında II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa devletleri güç birliği yaparak Avrupa Topluluğunu oluşturdular. Gelişen sanayileri için dışarıdan aldıkları işçiler, Avrupa kültürünü yakından tanıma fırsatını buldular. İlerleyen zamanda Avrupalılar dışarıdan gelen işçilerin çok olduğu şehirlere ve mahallelere onların hayatını kolaylaştıracak çeşitli düzenlemeler yaptılar. Örneğin Fransız sokaklarında Arapça yazıların görülmesi burada yaşayan Cezayirli işçilerin zorlanmaması içindir. Kuzey Amerika kıtasında Kanada’yı da içine alan bölge Anglo-Amerikan kültür bölgesidir ki Avrupa kültür bölgesinin devamıdır. Avrupa kültürü buraya taşımış ancak ekonomik gelişme hızı Avrupa ülkelerine göre daha hızlı olmuştur. Sonrasında kıtaya İngilizce bilen Koreliler, Kuzey Avrupalılar ve İspanyollar yerleştirilmiştir. Avustralya- Yeni Zelanda bölgesi Batı kültürünün ocağından uzak mesafede bulunmasına rağmen İngiliz kültürünün korunduğu yerdir. Bu duruma neden olan faktör İngilizlerle yapılan ticari ve siyasi bağların koparılmamasıdır. Kıtaya Avrupalı olmayan nüfusun iskânında zorlayıcı yasaların olması da katkı sağlamıştır.
Latin Amerika kültür bölgesi otuz iki bağımsız ülkenin bulunduğu alandır. Burada bulunan ülkeler ekonomik açıdan İngiltere Hollanda Fransa ve ABD’ye bağımlıdır. Brezilya Arjantin ve Meksika bu bölgedeki ülkeler arasındadır. İspanyolca ve Portekizce konuşan bu ülkelerde dinî inanış çoğunlukla Hristiyanlıktır. Sonuç olarak dünyada kültürel doku çeşitlilik gösterir. Medeniyetler doğdukları coğrafyada kalmamış çeşitli nedenlerle yayılmıştır. Medeniyetlerin yayılmasında iklim, yer şekilleri, ulaşım olanakları, savaşlar, siyasi baskılar, azalan otlak alanları ve orman alanları, yeni yurt edinme girişimleri, coğrafi keşiflerle yeni ticaret yollarının bulunması, salgın hastalıklar gibi birçok neden etkili olmuştur.
Her kültürün taşıdığı maddi, manevi unsurlar birbirinden farklıdır yani küreselleşen dünyamızda kültürel yapı çeşitlilik gösterir. Kültürel çeşitlilik önemlidir çünkü insanların farklı değerleri, inançları ve yaşam biçimlerini tanıması onlara toplu hâlde yaşama fırsatını sunar. Toplumsal farklılıkları fark eden insanın ufku açık olur ve başka kültürlere saygı duymayı öğrenir. Kültürleşme sürecinde kültür varlıkları kendini bulundukları çağa ayak uydururlar. Başka kültürlerin etkisi altında kalarak yeni ve dinamik bileşkeler ortaya çıkarırlar. Günümüz dünyasında kültürler kendilerini dış dünyaya karşı kapatarak değil yayılarak varlığını korumaktadır.