Doğal Çevrenin Sınırlılığı

İnsanoğlu yeryüzünde var olduğu günden beri doğa ile mücadele içindedir. Sürekli arayış hâlinde olan insan, oluşturduğu kültür gücüyle doğal şartlarla mücadele etmiş, doğanın imkânlarını kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak değiştirme yoluna gitmiştir.

Doğanın bir parçası olmasına rağmen doğayı, ihtiyaçlarını karşıladığı, nefes aldığı bir yer olarak değil, kullandığı, yararlandığı bir araç olarak görmüş çevresini, ihtiyaçlarını karşılayacağı alıcı bir kaynak, atıklarını depolayıcı bir ortam olarak değerlendirmiştir. Doğal zenginliklerin sınırsız olabileceğini düşünmüş ve bu düşünceyle uzun yıllar doğal kaynakları bilinçsizce kullanmıştır.

İnsan, yeryüzündeki serüveninde, diğer canlıların da yaşama hakları olduğunu, bu dünyayı onlarla paylaştığını unutmuştur. Doğada var olan her şeyin ekolojik döngünün sağlanmasında bir görevi olduğunu görmezden gelmektedir. Doğadan uzaklaşan insan, yeryüzünde sınırlı olarak bulunan bütün yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını yalnız kendi çıkarları uğrunda kullanmaya ve kullanırken de yıkıp yok etmeye devam etmektedir.

Ormanları tahrip ederek sel ve su taşkınlarına, toprak erozyonuna, kuraklığın artmasına, tarım alanlarının verimsizleşmesine, ekolojik dengenin bozulmasına canlı türlerinin yok olmasına, küresel ısınma ve iklim değişmelerine kısacası kendi bindiği dalı keserek sosyal, kültürel ve ekonomik zarara uğramasına neden olmaktadır. Nüfusu hızla artan, ihtiyaçları çeşitlenen, tüketimi artan ve tüketim alışkanlıkları değişen insanın buna bağlı olarak doğal kaynak tüketiminin de artmasına insan ve doğa arasındaki dengenin tek taraflı olarak doğa aleyhine bozulmasına neden olmaktadır. Örneğin Türkiye’de her yıl yaklaşık 1,7 milyon ton bitkisel yağ tüketilmektedir. Bunun yaklaşık 350.000 tonu bitkisel yağ atığı olarak tüketilemez hâle gelmekte, bu atıkların suya ve toprağa karışması, kaynakları kullanılamaz yapmaktadır. Kentleşme ve sanayileşmenin doğa üzerindeki baskısı, çevreyi bozucu etkileri gün geçtikçe artıyor. Sanayileşme ve kentleşme sonucu ortaya çıkan asit yağmurları, ormanların kuruması erozyon, çölleşme, nükleer denemeler, ozon tabakasındaki incelmenin yarattığı sera etkisi gibi küresel çevre sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Yağmur ormanlarının azalması dünya iklimini olumsuz etkilemekte, ısınan hava buzulların erimesine ve deniz seviyelerinin yükselmesine neden olmaktadır. Böylece doğanın sessiz dili doğanın kendisini ifade şekli olarak sesliye dönmekte kuraklık, sel baskınları, erozyon, su kaynaklarının azalması, yangınlar gibi doğal afetlerle karşı karşıya kalmaktadır. Doğanın hassas olan dengesi, canlılar arasındaki enerji akışının sağlanması ve tabiatın taşıma kapasitesine bağlı olarak korunmaktadır. Enerji döngüsü bir canlının başka bir canlıyı yemesi ile gerçekleşmektedir. Yeşil bitkilerden otçullara, onlardan da etçillere geçerek enerji akışı, devamlılığını sağlamış olmaktadır. Bu enerji akışı, ekosistemde meydana gelen her türlü değişimden etkilenmektedir.

İklimsel değişimler, canlıların yaşam alanlarındaki bozulmalar, aşırı avlanma ve ekosisteme yeni dâhil edilen türler bu değişimlerden bazılarıdır. Avustralya kıtasına bırakılan tavşan ve kedilerin sayısındaki artış, ekosistemdeki dengenin bozulmasına neden olmuştur. Tilkilerin avlanması fare, karga ve yılan sayısındaki artışa neden olmaktadır. Ekosistem içinde kilit rol oynayan ayılar hem etçil hem de otçul hayvanlardır. Ekosistemdeki dengeyi koruyan bu hayvanlar bitkilerle de beslendiği için tohumların dağılmasına yardımcı olmaktadır. O yüzden ayılar günümüzde koruma altında olan canlılar arasındadır. Canlıların yaşamını destekleyebileceği en fazla birey sayısına taşıma kapasitesi denir. Taşıma kapasitesinin üzerine çıkılması durumunda ekosistemde bozulmalar görülmektedir.

Yorum yapın