Son 40-50 yıla kadar, çevre sorunlarının sanayileşmenin bir sonucu olduğu ve sadece bulundukları bölgeyi ilgilendirdiği düşünülüyordu. Ancak bu sorunların küresel ısınmaya yol açması, tatlı su kaynaklarını kirletmesi ve bir yerdeki sanayileşme süreci nedeniyle başka bir bölgede asit yağmurlarının görülmesi, çevre sorunlarının küresel boyutunu ortaya çıkartmıştır. Şimdi, küresel çevre sorunlarının nedenleri ve yayılma süreçleri ile bu sorunların yarattığı küresel etkileri inceleyelim.
a. Küresel Isınma
Günümüzde tüm dünya ülkelerini tehdit eden çevre sorunlarının başında küresel ısınma gelmektedir. Bu sorun, insanların çeşitli faaliyetleri nedeniyle sera gazı olarak adlandırılan gazların atmosferdeki oranının artması sonucunda ortaya çıkmıştır. Başta karbondioksit (CO2) ve metan (CH4) olmak üzere, özellikle enerji kullanımı ile sanayi faaliyetleri sırasında fosil yakıt kullanımı sonucunda ortaya çıkan sera gazları, atmosferde sera etkisi adı verilen bir olaya neden olur. Atmosferde biriken bu gazlar, aynı bir serayı çevreleyen cam gibi bir etki yaratır. Cam, Güneş’ten gelen ısı enerjisini sera içine geçirir ancak bu enerjinin dışarı çıkmasını engeller. Böylece cam seranın içerisindeki sıcaklık artar. İçerisinde karbon bulunduran gazlar da aynı etkiyi yaratır ve yeryüzünden yansıyan veya ışıyan Güneş enerjisini büyük oranda tutarak Dünya’nın ısınmasına neden olur.
Atmosferdeki karbondioksit oranı özellikle Sanayi Devrimi ile artmaya başlamış ve taş kömürü, linyit gibi fosil yakıtların sanayi tesislerinde kullanımı ile bu yoğunluk daha büyük boyutlara ulaşmıştır (Grafik 8.1.). Atmosferdeki metan yoğunluğunun artması ise tarımsal üretim ile gübre kullanımının artması ve yağmur ormanlarının tahrip edilmesiyle doğrudan ilgilidir. Sera etkisi yaratan gazlardan bir diğeri olan azot oksit oranının artışı ise motorlu taşıt sayısının ve azotlu gübre kullanımının artmasıyla bağlantılıdır.
Küresel ısınmanın en önemli etkisi, Dünya’daki sıcaklık ortalamalarının yükselmesi ve iklim değişikliklerinin yaşanmasıdır. Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Araştırmaları Merkezi’nin (NASA) verilerine göre,
• yirminci yüzyıl (1900-1999 yılları arası), son bin yılın en sıcak yüzyılı olmuş,
• 1998, son bin yılın en sıcak yılı olmuş,
• 1900-2006 yılları arasında, en sıcak 20 yılın 19’u 1980 yılından sonra yaşanmış,
• 1900-2006 yılları arasında en sıcak dört yıl; 1998, 2002, 2003 ve 2004 olmuş,
• ve son yüzyılda Dünya’daki hava sıcaklıkları her on yılda ortalama 0,2 °C artmıştır.
Peki, tüm bu ısı artışı Dünya’mızı nasıl etkiledi biliyor musunuz? Sadece birkaç örnek vererek durumun ciddiyetini anlayabiliriz.
• 1960’lardan bu yana küresel kar tabakası %10 azalmıştır.
• Batı Avrupa’ya ilkbahar, 1975 yılına göre bir ile iki hafta daha erken gelmektedir.
• Günümüzde buzulların ortalama kalınlıkları, 1980 yılına göre 6 metre daha incedir.
• Alp Dağları’nda buzullarla kaplı alan, 1850 yılındakinin yarısından daha azdır.
• Kuzey ve Güney Kutbu’ndaki buzullardan kopan parçaların sayısı ve büyüklükleri her geçen yıl biraz daha artmaktadır.
• Buzullar eridikçe deniz seviyeleri de yükselmektedir. Yirminci yüzyılda, deniz seviyelerindeki yükselme 10-20 santimetre arasında olmuştur.
• Isınan hava, daha fazla su buharı barındırdığı için Dünya’daki bazı bölgelerde yağış miktarı, seller ve fırtınalar artmıştır. Bazı bölgelerde ise kuraklık daha büyük boyutlara ulaşmıştır.
• Göl ve ırmaklardaki tatlı su kaynakları %20 oranında azalmıştır. Tatlı su sıkıntısı şimdiden birçok ülke için ciddi bir sorun olmaya başlamıştır.
• Kuzey Buz Denizi üzerindeki buzulların azalması ve incelmesi başta kutup ayıları olmak üzere birçok canlı türünü açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır (Fotoğraf 8.1).
Küresel ısınma, doğrudan etkilerinin yanı sıra dolaylı olarak birçok olayı ya da canlıyı etkilemektedir. Örneğin, küresel ısınma nedeniyle Orta ve Güney Amerika’daki tropikal yağmur ormanlarında bulut tabakası daha da yoğunlaşmıştır. Bu durum, gündüzlerin biraz daha serin, gecelerin ise biraz daha sıcak olmasına neden olmuştur. Düşen sıcaklık ortalamaları farklı bir mantar türünün yağmur ormanlarında yetişmesini sağlamış ve bu farklı mantarlarla beslenen renkli kurbağalarsa büyük zararlar görmüştür.
b. Ozon Seyrelmesi
Ozon gazı, stratosfer katmanında ve yerden yaklaşık 19 ile 45 kilometre yükseklikte bir tabaka oluşturur. Ozon tabakası adı verilen bu katman, Güneş’ten gelen zararlı kızılötesi ve morötesi ışınları filtre eder. Bu şekilde Güneş ışınları, yeryüzünde yaşayan tüm canlılar için zararsız hâle gelir.
1950’li yıllardan itibaren soğutucularda, otomobil klimalarında ve spreylerde kullanılmaya başlanan ve kloroflorokarbon ya da kısaca CFC adı verilen gazlar, ozon tabakasının seyrelmesinde büyük rol oynadı.
Tek bir klor atomunun yaklaşık 100 bin ozon molekülünü parçalaması bu durumun temel nedeniydi. Uydu fotoğraflarından elde edilen görüntüler, özellikle kutuplar üzerindeki ozon seyrelmesini açıkça göstermekteydi. Bu tehdit karşısında 1980’li yıllardan itibaren Dünya genelinde CFC üretimi büyük oranda azaltıldı (Grafik 8.2).
Peki, ozon tabakasının seyrelmesi ve Güneş’in zararlı ışınlarının Dünya’ya ulaşması ne gibi sorunlara yol açmıştır? İnsanlar, CFC üretimini neden azaltmak zorunda kalmıştır? Şimdi bu soruların cevaplarını maddeleyelim.
• Dünya genelinde Güneş’in zararlı ışınlarına maruz kalan insanlarda katarakt ve başta cilt kanseri olmak üzere kanser vakalarında büyük artışlar görüldü.
• Bitkilerin fotosentezi yavaşladı.
• Okyanuslardaki besin zincirinin temeli olan bitkisel ve hayvansal planktonlar büyük zararlar gördü.
• Küresel ısınma hızı arttı.
Ozon gazının yarattığı bir diğer sorun ise özellikle büyük şehirlerde yaşanmaktadır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında motorlu taşıt sayısının artması, egzoz gazlarının da artışına neden olmuştur. Güneş ışınlarıyla fotokimyasal tepkimeye giren egzoz gazları, yüzeye yakın yerlerde insan sağlığına zararlı ozon ve azotdioksit birikiminin en önemli nedeni olmuştur.
c. Asit Yağmuru
İlk kez 1850 yılında İngiltere’nin sanayi bölgesi Manchester’da (Mençıstır) tanımlanan asit yağmuru, günümüzün en önemli çevre sorunlarından biridir. Özellikle kömür ve linyit gibi fosil yakıtların kullanımı, demir cevherlerinin eritilmesi, sanayi tesislerinin bacalarından çıkan gazlar ile motorlu taşıtların egzoz gazları bu çevre sorununun nedenleridir. Atmosfere yükselen bu zararlı oksitler, bir dizi karmaşık reaksiyonlara girerek sülfürik ve nitrik asit hâline gelir. Yere doğru hareket eden yağmur damlalarıyla birlikte yeryüzüne geri dönen bu asitli yağmurlar çevreye büyük zararlar verir. Dünya genelinde aynı karbondioksit oranları gibi sülfürdioksit oranları da Sanayi Devrimi’ni takip eden süreçte hızla artmıştır (Grafik 8.3).
Asit yağmurlarının neden olduğu başlıca çevre sorunları ise şu şekilde maddelenebilir:
• Asit yağmurlarının yoğun olarak görüldüğü bölgelerde, göllerdeki asit oranı artar. Balıkların solungaçlarında biriken bu asit onların solunumlarını olumsuz yönde etkiler. Örneğin, asit yağmurları nedeniyle 1980 yılında Norveç’in güneyinde yer alan göllerdeki balık miktarı, 1940 yılındakinin yarısından daha azdı.
• Asit yağmurları tırtıllar ve salyangozların yok olmasına, orman bitkilerinin birçoğunun çürümesine neden olur.
• Tarlalarda biriken asitli sular, tarım toprağının veriminin azalmasına neden olur. Topraktaki zararlı asitler, kökleri vasıtasıyla yetiştirilen bitkilerin ve daha sonra da diğer canlılar ile insanların bünyesine geçer.
• Asit yağmurları, taşları yavaş yavaş aşındırır ve binalar ya da tarihî eserler üzerinde ciddi hasarlar yaratır.
Günümüzde Batı Avrupa ülkeleri fabrikalardaki sülfürdioksit salınımlarını azaltmıştır. Ancak Dünya’nın en büyük sülfürdioksit üreten ülkesi olan Çin’de bu durum tüm hızıyla devam etmektedir. Çin’in topraklarının yaklaşık %40’ı asit yağmurlarından etkilenmekte ve komşu ülkelerde de bu tip yağışlara sık sık rastlanmaktadır.
ç. Erozyon ve Çölleşme
Ormanların çeşitli nedenlerle tahrip edilmesi ve tarım arazilerinin aşırı ve hatalı kullanımı sonucunda ortaya çıkan sorunların başında erozyon gelmektedir. Genel hatlarıyla, dış kuvvetlerin aşındırma süreci olarak tanımlayabileceğimiz erozyon, aslında doğal bir süreçtir. Ancak asıl tehlikeli olan erozyon türü, insan etkisi sonucunda ortaya çıkan hızlandırılmış erozyondur. Kökleri aracılığıyla toprağı bir arada tutan ve aşınmalarını yavaşlatan bitki örtüsünün tahrip edilmesi, tarım alanlarında aşırı ve hatalı ekim yapılması, tarlaların nadasa bırakılması, otlak ve çayırlarda aşırı ve sürekli hayvan otlatılması gibi nedenlerle erozyonun hızı artar. Böylece yüz binlerce yılda oluşan toprak horizonları, onlarca yıl içerisinde hızla aşınır ve ana kaya ortaya çıkar. Dünya genelinde nemli ve yarı nemli bölgelerde su erozyonu, kurak bölgelerde ise rüzgâr erozyonu etkilidir. Bitki örtüsünün çok daha hızlı ve bilinçsiz bir şekilde tüketildiği Afrika ülkelerinde erozyonun boyutu çok daha fazladır. Bu ülkelerde aniden meydana gelen şiddetli sağanak yağışlar sonucu oluşan seller yüzeydeki verimli toprağı da beraberinde sürükler. Tüm Dünya’da yılda yaklaşık 20-25 milyar ton verimli toprağın erozyonla göl, deniz ve okyanus tabanlarına taşındığı tahmin edilmektedir.
Erozyonun hızla devam ettiği bölgelerde, iklim değişimlerinin de etkisiyle uzun süreli kuraklıklar yaşanır. Bu tip alanlar çölleşme adını verdiğimiz çevre sorunuyla karşı karşıyadır. Çölleşme sorunu, tüm Dünya’nın gündemine Afrika’nın Sahel Bölgesi’yle oturmuştur. Sahra Çölü’nün güneyinde yer alan bu yarı nemli bölge, 1968-1974 yılları arasında şiddetli bir kuraklık yaşamış ve bölgenin doğal bitki örtüsü ortadan kalkmıştır (Fotoğraf 8.2). Bölgedeki milyonlarca hayvan telef olmuş ve yine milyonlarca insan bu bölgeden göç etmek zorunda kalmıştır. Yok olan bitki örtüsü ile erozyon hızlanmış ve verimli tarım topraklarının süpürülmesi sonucu bölgede çölleşme gerçekleşmiştir.
d. Çarpık Kentleşme
Birçok çevre sorunu gibi hızlı kentleşme de Sanayi Devrimi’nin önemli sonuçları arasındadır. Kırsal kesimde yaşayan birçok insanın daha rahat şartlarda yaşamak için kentlere göç etmesi, özellikle geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir çevre sorunu olan çarpık kentleşmeyi doğurmuştur. Verimli tarım arazileri üzerine meskenlerin ya da fabrikaların inşa edilmesi, sanayi kuruluşlarının şehrin içinde kalması, hatalı alt yapı hizmetleri, yeşil alanların tahrip edilmesi, betonlaşma neticesinde suların yer altına sızma miktarının ve yer altı su seviyesinin değişmesi ile atıkların depolanması gibi birçok sorun, şehirlerin doğal çevreye zarar vermesine neden olmuştur. Günümüzde Güney Asya, Güney Amerika ve Afrika ülkelerinin büyük kentleri, çarpık kentleşme ve bu durumun neden olduğu çevre sorunlarıyla boğuşmaktadır.
e. Orman Tahribi ve Yangınlar
Ormanların, yeryüzündeki yaşam için önemini birçok konumuzda işlemiştik. Ekolojik, biyolojik ve ekonomik özellikleriyle yaşamsal açıdan çok büyük bir öneme sahip olan ormanların tahribatı, çağımızın önemli çevre sorunlarından biridir. Tarım arazisi ya da yerleşim yeri açmak için yangınlarla tahrip edilen ya da ham madde elde etmek için kesilen ormanlar, hızlı bir tükenme sürecine girmiştir. Günümüz dünyasının ekonomik açıdan gelişmiş ülkeleri de bu sorunu açık bir şekilde yaşamıştır. Amerika Birleşik Devletleri, 1850 yılında sahip olduğu orman varlığının yarıdan fazlasını yüz yıldan daha kısa bir sürede kaybetmiş (Harita 8.1) ve 1950’li yıllardan itibaren hızlı bir ağaçlandırma sürecine girmiştir.
Ormanların tahribi ne gibi çevre sorunlarına neden olmaktadır, hiç düşündünüz mü? Bu hızlı tahribatın devam etmesi hâlinde Dünya’yı ve insanları ne gibi sorunlar beklemektedir? Şimdi de bu soruların yanıtlarını öğrenelim.
• Yoğun hava kirliliği ormanları yok etmekte, ormanların yok edilmesi ise hava kirliliğini artırmaktadır. Çünkü ormanlar havanın temizlenmesindeki en önemli doğal unsurdur.
• Ormanların yok edilmesi su kaynaklarının azalmasına, yer altı su seviyesinin değişmesine, kuraklığa, erozyona ve nihayetinde çölleşmeye neden olmaktadır.
f. Bitki ve Hayvan Türlerinin Tahribi
Küresel ısınma, asit yağmurları, kentleşme, çölleşme, yangınlar ve orman tahribatı gibi birçok küresel çevre sorunu bazı bitki ve hayvan türünü yok etmiş, bazılarının da nesillerini tehlikeye sokmuştur. Bu durum, küresel çevre sorunlarının önemli bir sonucudur. İnsanlar, bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına neden oldukları gibi bu türlerin tahribatında da başrol oynamaktadır. Yüzyıllar boyunca insanlar, haşerelerden korunmak ya da tarım alanlarını zararlı böceklerden korumak için bilinçli olarak türleri başka alanlara salıvermiş ya da bir türü farkında olmadan bir kıtadan diğerine gemilerle taşımıştır. Ait olmadığı yerde yaşamaya başlayan bu türlerin bir kısmı, yerli türlere zarar vermiş ve ekolojik dengenin bozulmasına neden olmuştur. İnsanların neden olduğu bitki ve hayvan tahribatını bazı örnekler üzerinden inceleyelim.
• 1859 yılında, Avustralya’nın Victoria (Viktorya) eyaletinde yaşayan bir çiftçi, arkadaşlarıyla avlanmak için Avrupa’dan on çift tavşan getirdi. Bunlardan birkaçı kaçtı ve doğal avcıların nispeten az olduğu bu ortamda hızla ürediler. 1950 yılına gelindiğinde Avustralya’daki tavşan sayısı 500 milyonu geçti. Avustralya’da yaşayan birçok yerli tür ise besin kaynaklarını tavşanların tüketmesi yüzünden yok oldu.
• Gemilere kaçak olarak binen fare ve sıçanlar, ilk kez 1609 yılında Avrupa’dan Avustralya’ya ulaştılar. Öyle hızlı çoğaldılar ki 1790 yılında Sydney’in (Sidney) tahıl tarla ve stoklarının neredeyse tamamını tükettiler. Fareleri yok etmek için Avustralya’ya getirilen zehirli yılan türleri ise farelerin yanı sıra Avustralya’nın nadir bulunan kemirgen türlerini de tüketmeye başladı.
• 1891 yılında New York’taki (Niv York) Central Park’a (Sentırıl Park) süs amacıyla getirilen seksen çift Avrupa sığırcık kuşu, otuz yıl gibi bir sürede Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm doğu kıyılarına yayıldı (Fotoğraf 8.3.). Saldırgan yapıda olan bu kuşlar, bölgenin eski sakinleri olan mavi renkli ağaçkakanları yok ettiler.
• 1810 yılında Afrika Kıtası’nda Gine Körfezi açıklarında yer alan Saint Helena (Sen Helena) Adası’na İngilizler tarafından keçiler getirildi. Sütleri ve yünlerinden faydalanılması için adaya getirilen keçiler iki yüzyıl içerisinde adadaki 33 bitki türünden 22 tanesinin neslini tüketti.
• 1889 yılında Somali’yi işgal etmek isteyen İtalyan ordusu, yanlarında yüklerini taşımak için sığırlarını da getirdi. Avrupalı olan bu sığırların bir kısmı sığır vebası virüsü taşıyordu ve bu virüs Afrika Kıtası’nda hiç bilinmiyordu. Hızla yayılan virüs, Somali ve Doğu Afrika’da yaşayan milyonlarca yabani bufalo, zebra, antilop ve zürafayı yok etti.
• Bitkilerde de benzer bir durum söz konusu oldu. Avustralya’nın batı açıklarında Hint Okyanusu’nda yer alan Christmas (Kırismıs) Adası’na ilk kez 1888 yılında Avrupalılar yerleşti. 1904 yılına gelindiğinde ise adanın doğal ortamında yetişebilen otuz ayrı tür Avrupa Kıtası’na özgü ot tespit edildi.