Hızla artan nüfus ile değişen toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda artış gösteren doğal kaynak kullanımı, bazı çevresel sonuçlar da doğurmaktadır.
a. Toprak Kullanımının Çevresel Sonuçları
Nüfusun hızla artmasına bağlı olarak ekili alanların miktarındaki büyük artış, özellikle son yüzyılda önemli çevre sorunlarına yol açtı. Hatta bu sorunları günümüzün sanayileşmiş ülkeleri bile yoğun bir biçimde yaşadı. Sanayileşmiş ülkeler, uzun bir süre arazilerin genişletilmediği bir tarım sistemi uyguladı. Örneğin 1940 yılında İngiltere’de tarım arazilerinin kapladığı alan 1860 yılındakiyle aynıydı. Ancak 1940 yılı sonrasında İngiltere’de ciddi çevresel bozulmalar yaşandı. Bu süreçte, İngiltere’deki çayırlık alanların neredeyse tamamı, koruluk, ağaçlık, bataklık ve sulak arazilerin ise yarısı tahrip edildi.
Dünya üzerinde, tarım alanı açmak için yoğun bir biçimde yok edilen doğal ortam unsurlarından biri de bataklıklar olmuştur. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri tarım alanı açmak için son yüzyıl içinde bataklıklarının yarıdan fazlasını kurutmuştur. En büyük kayıp ise şeker kamışı ekimi için yer açmak amacıyla 1883 yılında kurutma çalışmalarının başlatıldığı Florida eyaletinin bataklıklarında gerçekleşmiştir. Florida bataklıklarını besleyen nehirlerin yatakları yeni kanallar kazılarak değiştirilmiş ve bölgenin doğal drenajı yok edilmiştir (Fotoğraf 7.19). Bunun sonucunda bataklık turbaları kurumuş ve toprak düzeyi yılda 30 santimetre kadar azalmıştır. Toplam 2,5 milyon su kuşunun %90’ı da dâhil olmak üzere, doğal yaşamın büyük bölümü yok olmuştur. Günümüzde ise kurutulmaktan kurtulan ya da tersine drenajla tekrar bataklık hâline getirilen Florida bataklıkları, eyalet yönetimi tarafından koruma altına alınmıştır.
b. Orman Kullanımının Çevresel Sonuçları
İnsanlık tarihi boyunca doğal ormanların yok edilmesi, yeni tarım alanı elde etmenin en kolay yolu olarak kabul edildi. Tarım öncesi dönemde Dünya karalarının çok büyük bir kısmının ormanlarla kaplı olduğu tahmin edilmektedir. Ancak özellikle son 10 bin yıl içinde ormanlar büyük oranda tahrip edilmiştir. Örneğin, tarım öncesi dönemde Çin topraklarının dörtte üçü doğal ormanlarla kaplıydı. Yirminci yüzyılın başlarında ormanlar dağlık alanlarda görülebiliyordu. Yüzyılın sonunda ise ülkenin en fazla %5’ini kaplar hâle geldi.
Hindistan’da da hemen hemen aynı süreç yaşandı ve bazı bölgelerde bunun sonu bir felaket oldu. Günümüzde 26 milyon hektardan daha geniş bir alan kaplayan Thar (Tar) Çölü, iki bin yıl önce ormanlarla kaplıydı. İlk çağlardan itibaren yerleşim alanı olan bu bölgedeki ormanlar, yüzlerce yılda yavaş yavaş yok edilmiş ve 1700’lü yıllardan itibaren bölgede orman kalmamıştır (Fotoğraf 7.20).
Dünya’nın geri kalan tüm bölgelerinde de ormanların tahribi söz konusu olmuştur. Günümüzde orman alanlarının en yaygın olduğu Kanada’da bile ormanların yarısı, Avrupalıların buraya yerleşmelerinden sonraki 300 yıl içerisinde yok edilmiştir. Tarihin her döneminde diğer ormanlara göre daha iyi korunan tropikal yağmur ormanları ise günümüzde aynı sorunlarla karşı karşıyadır.
c. Su Kaynaklarının Kullanımının Çevresel Sonuçları
Özellikle tatlı su kaynaklarının insanlar için önemini hepiniz biliyorsunuz. Su ihtiyacımızın yanı sıra tarımda sulama ve enerji üretimi için de tatlı su kaynakları Dünya genelinde yoğun olarak kullanılmaktadır. Bu kaynaklar içerisinde en fazla yararlanılanlar ise akarsulardır. Dünya çapında sulama ve hidroelektrik enerji üretimi için kurulan barajların sayısı yirminci yüzyılın ikinci yarısında 40 bini aşmıştır. Dünya’daki baraj rezervuarlarının kapladığı toplam alan ise İtalya’nın yüz ölçümünün iki katıdır. Son 60 yıl içerisinde barajların inşa edildiği alanlarda yaşayan 40 milyon insan göç etmek zorunda kalmıştır.
Barajlar pek çok açıdan ülkelerin ekonomisine katkıda bulunurken diğer yandan da büyük çevre sorunlarına neden olabilmektedir. Özellikle geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin planlama ilkeleri dikkate alınmadan inşa ettikleri barajlar, yarardan çok zarara neden olmaktadır. Bu durumun tipik örneklerinden biri de Mısır’da Nil Nehri üzerine kurulan Asvan Barajı’dır (Harita 7.1). 1960 yılında inşasına başlanan ve 1970 yılında açılan Asvan Barajı, kısa vadede Mısır ekonomisine büyük katkılar sundu. Ancak bu kazançların beklenmedik bedelleri de oldu.
ç. Madenler ve Enerji Kaynaklarının Kullanımının Çevresel Sonuçları
İnsanlar için son derece önemli olan madenlerin ve enerji kaynaklarının üretimi, dağıtımı ve tüketimi de birtakım çevresel sorunlara neden olmaktadır. Özellikle açık maden işletmelerinde doğal bitki örtüsünün tahrip edilmesi, yapılan kazılar sırasında tarihî ve kültürel eserlerin yok edilmesi, taş kömürü, linyit ve petrol gibi enerji kaynaklarının kullanıldığı sanayi tesislerinin neden olduğu hava ve su kirliliği ile nükleer tesislerin neden olduğu radyoaktivite bu sorunlardan sadece birkaçıdır. Günümüzde çoğunlukla geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin yaşadığı bu sorunları, Sanayi Devrimi sırasında çağımızın gelişmiş ülkeleri de yaşamıştı. Üstelik Sanayi Devrimi’nin başlarında, tesislerin neden olduğu kirliliği önleyecek ya da azaltacak hiçbir çalışma yapılmıyordu. O dönemlerde kentlerde yaşayan insanlar bacalardan büyük miktarlarda savrulan hidrojen klörür gazını solumak zorunda kaldı.
Sanayi Devrimi’nin İngiltere’si kadar olmasa bile, günümüz dünyasının sanayileşen devleri Çin ve Hindistan’da da benzer bazı sorunlar yaşanmaktadır. Bu durumun en önemli kanıtı ise bu iki ülkede hava, toprak ve su kirliliğinin büyük boyutlara ulaşmış olmasıdır. Çin ve Hindistan, taş kömürü yatakları bakımından son derece zengin iki ülkedir. Bu iki ülkenin toplamda 2,5 milyarı bulan nüfusları ve sanayileşme hızları, enerji ihtiyaçlarını da büyük boyutlara ulaştırmıştır. Bu ülkelerde, taş kömürünün neden olduğu olumsuz durumlar bilinmesine karşın, termik santrallerde bu enerji kaynağı yoğun bir biçimde kullanılmaktadır. Dünya Bankasının 2011 yılı verilerine göre Çin, yıllık elektrik enerjisi üretiminin %79’unu, Hindistan ise %68’ini taş kömürü ile sağlamaktadır. Bu ülkelerde çevre bilincinin yeteri kadar gelişmemesi de çevre kirliliğini artıran bir diğer unsurdur. Dünya Bankasının 2010 yılı verilerinde Dünya’da hava kirliliğinin en fazla olduğu on kentten yedisi Çin ve Hindistan’da yer almaktadır (Fotoğraf 7.21).
Gelişmiş ülkelerin önemli bir kısmı ise ya yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelerek ya da maliyeti yüksek olmasına karşın termik santrallerde filtreleme sistemlerini geliştirerek çevre korumasına önem vermektedir.
Madencilik faaliyetlerinin bir kısmı yer üstünde açık madencilik adı verilen faaliyetlerle gerçekleşir. Bu tip madencilik faaliyetlerinin en tipik örneği ise taş ocaklarıdır. Taş ocakları, granit ve mermer gibi özellikle inşaat sektöründe yaygın olarak kullanılan taşları elde etmek için açılır.
Taş ocağının bulunduğu alanda taşlar genellikle iri bloklar hâlinde bulunur. Bu blokların kamyon ya da tırlara yüklenip taşınabilmesi için daha küçük parçalara ayrılması gerekir. Taş ocaklarındaki taş bloklarını parçalara ayırmak için kullanılan iki temel yöntem vardır. Bunlardan ilki dinamitle patlatarak taşları daha ufak parçalara ayırma yöntemidir (Fotoğraf 7.22). Bu yöntem, maliyeti daha az olduğu için birçok işletmede tercih edilmektedir ancak çevre üzerinde olumsuz birtakım etkiler de yaratmaktadır.
Patlatmalı taş ocaklarında, patlama sonucu oluşan tozlar çevrede yaşayan bitkiler ve hayvanları olumsuz yönde etkiler. Atmosferi kirleten bu toz zerreleri bitki ve toprak örtüsü ile tarım arazilerinin üzerini kaplayarak bu alanlara büyük zarar verir. Taş ocaklarının yakınında bulunan yerleşmelerde yaşayan ya da taş ocaklarında çalışan insanlar üzerinde de bu tip ocakların zararları görülür. Taş ocaklarının neden olduğu tozlara maruz kalan insanlarda solunum yolu hastalıkları sıklıkla görülmektedir.
Bazı işletmelerde ise taş ocaklarındaki bloklar patlatma yerine kesme yöntemi kullanılarak daha küçük parçalara ayrılır (Fotoğraf 7.23). Bu yöntem sayesinde hem doğal çevreye verilen zarar azalmakta hem de üretim artmaktadır. Bu yöntemin diğer olumlu yönleri ise hava kirliliğinin azalması ve yüzey ile yer altı sularının kontrol edilebilmesidir. Bu tür işletmelerin bulunduğu alanlarda, taş ocaklarının çevrelerindeki yerleşmelerde yaşayan ya da ocaklarda çalışan insanlar, üretim faaliyetlerinin neden olduğu sağlık sorunlarından daha az etkilenmektedirler.
d. Yer Altı Sularının Kullanımının Çevresel Sonuçları
İnsanlar, içme suyu temini ve tarımda sulama faaliyetleri için yer altı sularını kullanmaktadır. Yer altı sularının aşırı kullanımı toprakta çökme ve tuzlanma sorunlarına, kıyı bölgelerinde ise tatlı ve tuzlu suyun birbirine karışmasına neden olmaktadır. Örneğin, Meksika’nın başkenti olan Mexico City (Meksiko Siti) eski bir göl tabanına kurulmuş ve yer altı sularının aşırı kullanımı nedeniyle şehrin kurulduğu alan 45 yılda yaklaşık 7 metre çökmüştür. Yer altı sularının kullanımının devam ettiği bu alan, yılda 20-30 santimetrelik bir hızla çökmeye devam etmektedir.